25 Kasım’da Sokaklardayız!
Üniversiteli Kuir Feministler olarak saray faşizminin hayatlarımıza, bedenlerimize, farklılıklarımıza, varoluşlarımıza yönelik saldırılarına karşı morumuzu kuşanıyor; kampüslerden meydanlara 25 Kasım’a doğru adımlıyoruz. Bizleri yaşamdan koparan, her dilde her renkte verdiğimiz kuir feminist mücadelemize yönelik her türlü baskı, şiddet ve zor aygıtını kullanan eril iktidara karşı onurumuzla, isyanımızla, cüretimizle meydanları zapt etmek için sokaklara taşıyoruz.
Şiddetin Kaynağı Eril Devlet
25 Kasım; tarihsel belleğimizde devlet güçleri tarafından dönemin dikta yönetimine karşı mücadele ettikleri için katledilen Mirabel Kardeşler’in hatırasıyla yer tutuyor. Mirabel Kardeşler’in eril devlet şiddeti ile öldürüldüğü gün olan 25 Kasım; dünyanın dört bir yanında kadın ve lubunyaların eril devlet şiddetine karşı bir araya geldiği bir gün olarak önemini koruyor.
Coğrafyamızda 22 yılı aşkın bir süredir heteropatriarkal kapitalizmin yürütücülüğünü yapan saray faşizmi; içinde bulunduğu krizlerin toplumda yarattığı öfkeyi dizginlemek için baskı ve zor aygıtlarını devreye sokarken; en temel haklarımızdan olan yaşam hakkına saldırıyor. Bizler; kadın ve LGBTİQ+’lar olarak her gün sokakta, evde, mahallede, kampüste, işyerinde eril devlet şiddeti ile burun buruna geliyoruz. Kadınların göz göre göre eril şiddet ile öldürüldüğünü görürken; bu cinayetlerin münferit değil, eril devlet aygıtlarının bile isteye yürüttüğü politikalar sonucunda şekillendiğini biliyoruz. Eril şiddete karşı etkin koruma sağlayan 6284 Sayılı Kanun’u uygulamayan, failleri cezasızlıkla ödüllendirerek kadınların ve lubunyaların canları değersiz gören, başka kadınlar yaşamlarını savunmasın diye özsavunma ile hayatta kalan kadınlara en ağır cezaları veren siyasal iktidar kadın cinayetlerinin başat sorumlusudur. Eril yargı mekanizmaları ve son yıllarda giderek tırmandırdığı kadın, çocuk ve LGBTİQ+’ları aile içi şiddete mahkum eden kutsal aile politikaları ile kendisini gösteren eril devlet; yaşamlarımızı cendere içine almak istiyor.
Eril devlet; kadın ve lubunyaların 25 Kasım’larda, Pride’larda, 8 Mart’larda meydanlara çıkmasını engellemek için her sokağı barikatlarla kapatıp bizleri ara sokaklara sıkıştırmaya çalışıyor. Bu sıkıştırma çabası bizi gündelik yaşamlarımızda evlerimize, kampüste dersliklere hapsetmeye kadar giderken; siyasal haklarımız gasp ediliyor. Bizler eşitlik ve özgürlük talebiyle sokakları doldururken polis şiddetini hak gören eril devlet; müdahale edemediği noktalarda ise içine hapsedildiğimiz ailelerde heteropatriarkanın yansıması olan erklerle baş başa bırakarak isyanımızı engellemeye çalışıyor.
Üniversiteli kuir feministler olarak heteropatriarkanın aileden başlayıp kampüslerden sokaklara yayılan eril şiddeti ile hesaplaşıyor, isyanımızı daha da büyütüyoruz. Ne babanın, ne devletin ne de polis şiddetinin bizleri bu mücadeleden caydıramayacağının bilincinde dayanışmayla, mücadeleyle bir araya gelişlerimizi çoğaltıyor, meydanlarda isyanı büyütmeye devam ediyoruz!
Adaleti Sokakta Arıyoruz
Kadınları ve lubunyaları katleden, şiddet uygulayan, cinsel taciz ve cinsel saldırıya maruz bırakan erkeklerin aklandığı, kollandığı, iyi hal indirimleriyle ödüllendirildiği hukuk düzeninde yaşamlarını korumak istediği için özsavunma uygulayan kadınlar en ağır cezalarla cezalandırılıyor. Erkeklere cesaret veren bu yargı sistemi, kadınlara ise yaşamlarını korumasınlar diye yargı sopası gösteriyor. Özsavunmayı bir suç haline getirerek yasalarda bulunan meşru müdafaa maddesi kadınlar için uygulanmaz hale geliyor.
Mahkemeler; erkeklerin “namuslarını korumasını”, “hayatlarındaki kadınlar ile aile olmalarını”, “kadınların onları kıskandırdığı” gibi kadın düşmanı, ilkel savunmalarını kadın cinayetlerinde hafifletici sebepler olarak görüp erkekleri cezasızlıkla ödüllendiriyor. Bizler ise kadınlar ve lubunyalar olarak ne bizi öldüren sevgiyi ne de eril iktidarın ahlak sınırlarındaki bir yaşamı kabul ediyoruz.
25 Kasım’a giderken failleri iyi hal indirimleriyle ödüllendiren eril yargı mekanizmalarına karşı adaletin sokakta aranacağının bilinciyle meydanları katledilen kadınların ve lubunyaların öfkesi ile doldurmaya geliyoruz!
İstanbul Sözleşmesi Mor Çizgimizdir
Her gün bir kadını failiyle aynı eve kapatanlar, bir lubunyayı intihara sürükleyenler, bir çocuğu cinsel istismara maruz bırakanlar; İstanbul Sözleşmesi’ni feshedenlerdir. Kadınları, lubunyaları, çocukları; etnisite, cinsel kimlik, yaş, sınıf fark etmeksizin koruyan İstanbul Sözleşmesi ve onun uygulanmasına dair feminist hareketin mücadelesi ile yazılmış olan 6284 Sayılı Kanun hayat damarımızdır.
Eril şiddete karşı etkin koruma yöntemleri izleyen; kadın ve lubunyaların beyanıyla faillere karşı uzaklaştırma kararı verilmesine, kadınların barınabilecekleri güvenli alanlar yaratılmasına olanak sağlayan 6284’ü uygulamayan eril iktidardan alacaklıyız. Son yıllarda siyasal islamcı-faşist güçler tarafından hedef gösterilen 6284’ü savunmaktan, uygulanmasını talep etmekten bir an olsun vazgeçmeyeceğiz. Çünkü biliyoruz ki 6284 etkin bir biçimde uygulansaydı arkadaşlarımız Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner, bir yıldır kendilerini takip eden fail erkek Semih Çelik tarafından yarım saat arayla katledilemeyecekti.
Tek adamın gece yarısı kararnameleriyle kampüslerimize kayyum atayanlar, İstanbul Sözleşmesi’ni feshedenler, failleri koruyanlar, 6284’ü etkin uygulamayanlar bizlerin gerçek failleridir.
Kampüslerimizde, evlerimizde, yurtlarımızda kendini her gün yeniden var eden eril şiddetin hayatımızın her alanına sirayet edişine karşı üniversiteli kuir feministler olarak İstanbul Sözleşmesi’nden de 6284’ten de bir an olsun vazgeçmiyoruz.
Etkin CİTÖK, Güvenli Kampüs, Feminist İlkelerin Hakim Olduğu Bir Üniversite:
Bugün bizlerin sosyalleştiği, dayanışma ortamı oluşturabildiğimiz, nitekim aile baskısından kurtulup kendimizi var edebildiğimiz alanlardan birisi olan kampüslerimiz; biz kadınlar ve lubunyalar için nispeten güvenli mekanlar olarak görülebilir. Ancak saray faşizminin üniversitelerimize atadığı kayyum rektörlerin politikaları ile kampüslerimiz abluka altına alınıyor. Üniversiteli kadın ve lubunyalar olarak kulüp etkinliklerimiz yasaklanıyor, tacizci akademisyenler üniversitede rahatça barınabiliyor, eril içerikli müfredatlar bizlere ders olarak okutuluyor. Üniversitede tacizci ÖGB’lerin, sivil polislerin ve ülkücü faşist çetelerin saldırıları ile karşılaşıyor; kayyum politikaları ile üniversite yönetiminde karar alma mekanizmalarından dışlanıyoruz. Yurtlarda giriş çıkış saatleri ile ahlakçı baskılara maruz kalıyor, sıkış pıkış odalarda, güvensiz ve hijyensiz koşullarda barınmaya zorlanıyoruz.
Üniversitede tacize, cinsel saldırıya, eril şiddete karşı koruma ve önleme mekanizmalarını uygulamaya koyan CİTÖK’lerin(Cinsel Tacizi Önleme Kurulu) kurulması talebi reddediliyor, CİTÖK’lerin olduğu üniversitelerde ise CİTÖK’ler aktif bir biçimde işletilmeyerek üniversite içindeki eril şiddet faili öğrenci ve akademik personellerin korunmasının önü açılıyor.
Geçtiğimiz günlerde Yıldız Teknik Üniversitesi Kayyum Rektörlüğü, cinsel saldırı faili bir öğrenciye karşı feminist özsavunmayı yol gören sıra arkadaşlarımıza soruşturma açarken fail öğrenciye karşı hiçbir cezalandırma yönteminde bulunmadı. Yine İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanlığı; sosyal medyada faşistler tarafından hedef gösterilen ve kişisel bilgileri ifşalanan feminist sıra arkadaşlarımızın yanında olmak şöyle dursun, katledilen kadın ve lubunyalar için sesini çıkaran arkadaşlarımıza soruşturma başlattığını duyurdu. Yukarıda birkaç örneği gösterilen kadın ve LGBTİQ+ düşmanı üniversite yönetimlerine karşı üniversitelerimizde kadın ve LGBTİQ+ düşmanı politikalara karşı sesimizi yükseltiyor, dayanışmamızı büyütüyoruz.
25 Kasım’a giderken kampüslerden memlekete taşan; her dilde, her renkte yükselttiğimiz kuir-feminist isyanımızla her bir kadının, her bir lubunyanın güvende hissedeceği kampüsler yaratmakta diretiyoruz.
Feminizm Evrenseldir
Heteropatriarkal kapitalist sistem içerisinde emperyalist devletler dünya halklarına yönelik işgal ve soykırım politikaları izliyor, Gazze’den Lübnan’a emperyalist savaş politikaları saldırganlığını büyütüyor. Bu savaş ise kadınları, çocukları ve lubunyaları daha katmanlı bir biçimde etkiliyor. Heteropatriarka ve emperyalizmin suç ortaklığı Filistin’de hastanelerden mülteci kamplarına atılan bombalarla çocuk ve kadınları yaşamdan koparıyor; açlığa, yoksulluğa ve ölüme sürüklüyor. İsrail devleti savaş esirlerine tecavüzü kendisine bir hak olarak görüyor; Filistinli kadınların ülkeleri de bedenleri de savaş alanı haline getirilmek isteniyor. Siyonist İsrail Devleti ise bu soykırım politikalarını dünya halklarına pinkwashing ile aklama niyetinde. Bizler ise üniversiteli kuir feministler olarak bir kez daha haykırıyoruz: Gökkuşaklı Bombalar Soykırımı Aklamaz! Dünyanın dört bir yanında üniversiteden meydanlara Filistin halkının haklı direnişi ile dayanışma gösteren kadın ve lubunyaların sesine ses veriyor; Filistinli kadın, çocuk ve lubunyaların yaşamlarını savunmak için var olduğumuz her alandan İşgalci İsrail devletine karşı boykot talebimizi yükseltiyoruz.
Aynı topraklarda yaşayan halklar, egemenler tarafından milliyetçilikle gözleri boyanıp birbirine düşman edilmeye çalışılırken, bu güvensiz ortamlarda vazgeçilen ilk unsurlar kadın ve LGBTİQ+’ların bedensel bütünlüğü, temel hakları ve ihtiyaçları oluyor. Halkların kültürlerine, dillerine ve inançlarına yönelik patriarkal devlet saldırıları artarken; Kürt illerine kayyumlar atanarak halkların iradesi yok sayılıyor. Üniversitelerden bildiğimiz kayyum politikaları; Batman’da, Mardin’de, Dersim’de eş başkanlıkla yönetilen belediyelere uygulanarak kadınların iradesi bir kez daha yok sayılıyor. Eril sistem; “kadınlar istediği renkte çarşaf giymekte özgürdür” diyecek kadar açıktan kadın düşmanı Hizbullah’a karşı büyük bir zaferle belediye başkanı seçilen, seçilir seçilmez kadınların eşitliği için politikalar izleyen, Jin Jiyan Azadi sloganı ile öne çıkan Batman Belediyesi Eş başkanı Gülistan Sönük’ün yerine kayyum atarken tarafını belli ediyor. Üniversiteli Kuir Feministler olarak Gazze’den Batman’a direnen halkların mücadelesi yanında dirsek temasımızı sürdürüyoruz, çünkü biliyoruz ki hepimiz özgür olana kadar hiçbirimiz özgür değiliz. Kadın düşmanlığının, LGBTİQ+fobi’nin, ırkçılığın, sömürgeciliğin, göçmen düşmanlığının, emek düşmanı politikaların birbirlerinden güç aldığını; hayatlarımın gerçekliğinden biliyoruz. Heteropatriarkal kapitalizme karşı kimseyi geride bırakmadan sesimizi yükseltmeye, tüm kadınlar ve lubunyalar özgür olana dek meydanlardan haykırmaya devam edeceğiz!
Yaşasın Her Dilde Her Renkte Verdiğimiz Kuir Feminist Mücadelemiz
Kadınlar ve LGBTİQ+’lar olarak maruz bırakıldığımız eril şiddetin sorumlularını çok iyi tanıyoruz. Nefret cinayetleriyle bizleri katledenlerin, intihara sürükleyenlerin, yalnızlaştırmaya çalışanların karşısında mücadelemizi ortaklaştırıyoruz. Farkındayız ki ikili cinsiyetin sınırlarından taşan, kapsayıcı ve hiçbir ezilmişlik biçimini görmezden gelmeden verdiğimiz kesişimsel mücadelemiz egemenleri rahatsız ediyor. Kadın ve lubunyalar olarak eril şiddetin farklı türlerine, boyutlarına farklı biçimlerde maruz kalıyor olsak da şiddetin nereden kaynaklandığını çok iyi biliyoruz. Hayatlarımızdan tanıklık ettiğimiz bir gerçek var ki Kürt illerine kayyum atayanlarla lubunyaları yok sayanlar, sokak hayvanlarını katledenlerle kadınların öldürülmesine göz yumanlar aynı yerden; heteropatriarkal kapitalist iktidardan güç alıyor.
Tüm bu saldırılara karşı kenetleniyor, birbirimizden güç alıyoruz, dayanışmanın ve mücadelenin sıcaklığında buluşuyor; 25 Kasım’da kuir feminist isyanı büyütmeye adımlıyoruz!
Çağrımız tüm kadın ve lubunyalara: Aile evlerinden, koğuş tipi yurtlardan, umutsuzlukla kuşatılmış kampüslerden taşıyoruz. Hayatta kalanlar olarak buradayız; Ayşenur ve İkbal’in, Narin Güran’ın, Gülistan Doku’nun, Rojin Kabaiş’in, Ahmet Yıldız’ın, Hande Kader’in öfkesiyle 25 Kasım’da sokakları zapt etmeye geliyoruz!