Fanzin çevresi olarak ortaya çıkmış; feminist ilkeler ile kampüsü mayalayan, tüm toplumsal cinsiyet rollerine, heteronormatif, patriyarkal kapitalizme kafa tutan kapsayıcı feminist bir yaşamı kendine ilke edinen Demir Leblebi Fanzin olarak şimdi yeni başlangıçların arifesindeyiz. Günün güncel politik koşullarına ayna tutuyor ve bu doğrultuda mücadele rotamızı kuir feminizmle birleştiriyoruz.

NEDEN KAMPÜS SİYASETİ?

Son seçim süreciyle birlikte kendi tabanında tekrardan rıza üretmek için bütün kozlarını öne süren siyasal iktidar, İstanbul Sözleşmesi’ni feshederek bugünün politikasının haberini vermişti. Seçimden ‘’zaferle’’ çıkmasının ardından kayyumlar ve akademiye müdahaleleri ile halihazırda içini boşalttığı ‘’üniversiteli’’ kavramına yönelik saldırılarını şahlandırdı. İlk hamleleri ise lgbtiq+ kulüplerinin yoktan gerekçelerle kapatılması, karma havuzların ikili cinsiyet sistemi üzerinden saatlere ayrılması oldu. Kadın+ ve lgbtiq+ üniversitelilere yönelik tacizlerin giderek arttırıldığı dönemde akademiden kampüs kantinlerine kadar kayyumlar aracılığıyla yaratılmaya çalışan ‘’milliyetçi-muhafazakar’’ üniversite politikası, siyasal iktidar güncel siyasi çizgisi ile paralellik göstermeye devam ediyor.

Üniversitelerin feminist hareket açısından ‘’kritik’’ önemi ise en temelde kadın+ların ve lgbtiq+ların gerek yan yana geliş imkanlarının fazlalılığında gerek lgbtiq+ varoluşların aile, toplum ve devlet baskısı üçgeninde nefes alabilecekleri kısıtlı alanlardan olmasında ve güvenli alanları yaratabilme iradesinin gerçekçiliğinde yatıyor.

Üniversiteler, kadın+ ve lgbtiq+ üniversitelilerin yeniyi ve yaratıcıyı arayan yapısı gereği ‘’kötü gideni’’ değiştirebileceği mücadele alanlarından biridir. Atacağımız ufak adımlarla eşit, özerk, demokratik ve kapsayıcı feminist ilkelerle varolabilecek bir kampüs imkanına sahibiz ve biliyoruz ki yeni bir kampüs yeni bir toplumun inşasının önayağı demek.

Varoluşlarımızın özgürce dillendirildiği, cinsiyetçi politikalara, lgbtiq+fobiye geçit vermeyen bir üniversite tahayyülünü gerçekleştirdiğimiz; kampüsten çıkan sesimizin Saray’da yankılanacağı günleri sabırsızlıkla bekliyoruz.

NEDEN SARAY FAŞİZMİNE KARŞI?

Heteronormatif, patriyarkal kapitalizmin bu coğrafyadaki yürütücülüğünü uzun süredir üstlenmiş bulunan siyasal iktidar, içerisinde bulunduğu ekonomik, toplumsal ve siyasi krizlerinden çıkmak için uzun süredir ‘’zora dayalı’’ politikalar aracılığıyla iktidarını sürdürüyor. Bunun kadın+lar ve lgbtiq+lar üzerindeki yansımalarını ise CİTÖK’lerin kapatılması, Onur Yürüyüşleri’nin yasaklanması, 8 Mart ve 25 Kasım’lardaki polis saldırıları oluşturuluyor. Üniversiteli feministlerin piknikleri, lgbtiq+ temalı film gösterimleri yasaklanıyor. Lubunya olduğu polisler tarafından ‘’tahmin edilen’’ arkadaşlarımız, yasal hiçbir dayanak gösterilmeden gbt bahanesiyle lgbtiq+fobik küfürler, yaşama hakkına yönelik tehditler ve darp ile gözaltına alınıyor. ‘’Toplumun diğerlerine’’ karşı yürütülen faşist politikalar sonucu onlarca trans kadın katlediliyor.

Saray faşizmi’nin tabanındaki ‘’meşruiyetini’’ ilk tazelediği duraklardan biri olan lgbtiq+ Nefreti’ni ise bütün devlet mekanizması aracılığıyla gerçekleştiriyor. Bürokratik süreçler ile ‘’aileler tehdit altında’’ denilerek yeni anayasa tartışmaları sürdürülüyor, bizler havuz medya tarafından her gün hedef gösteriliyoruz, kamu spotları ile varoluşlarımıza yönelik saldırılar her gün pekişiyor ve sistematik bir ‘’yok etme’’ politikası izleniyor.

Temelde bu topraklarda siyasal islam sosuna bulanmış heteronormatif, patiryarkal kapitalizme karşı özelde ise doğayı, yaşamı biz lubunları ve kadın+ları sömürü aracı ve nesnesi haline getirmiş ve elindeki bütün mekanizmaları kullanarak çıkan her sesi susturmaya çalışan Saray’a karşı en çok şimdi daha yüksek sesle mücadele etmenin tam sırasıdır.

NEDEN BARIŞ VE EŞİTLİK

Heteronormatif, patriyarkal kapitalizmin ikili cinsiyet sistemi üzerinden inşa ettiği toplumsal cinsiyet rollerini günümüze kadar koruyabilmesindeki en büyük kanallardan biri de milliyetçilik, militarizm ve savaş gündemleri oldu.Silah kullanmanın en eril olduğu, en eril olanın en güçlü olduğu ve en güçlü olanın toplumun en yararına olan olduğu algısı, varoluşu gereğiyle de erilliğin karşısında duran bizleri devletin hedefi haline getirdi. Bu kanalları kimi zaman ‘’askere gitmeyene kız verilmez’’ anlayışıyla büyütülen çocuklarda kimi zaman zorunlu askerlik deneyimine karşı vicdani ret hakkını kullanmak isteyen lgbtiq+lara uygulanan ‘’pembe tezkere’’ zorunluluğunda gördük. Ortadoğu’da sömürgeci politikaların yarattığı savaşlarda kadınların bedeninin teşhiri üzerinden yaygınlaşan videolara maruz bırakıldık. Üniversiteli kadınlar ve lgbtiq+lar olarak sermayenin ve eril devletin en güçlü üretim araçlarından olan milliyetçilik, militarizm ve savaş politikalarına karşı eşitlik, adalet ve barış için mücadele etmeye devam edeceğiz!

NEDEN PATRONSUZ PEZEVENKSİZ SÖMÜRÜSÜZ

Kimlik, beden ve emeğimizin heteronormatif patriyarka için sürekli çeşitlenen bir sömürü aracı ve nesnesi olduğu gerçeğiyle her gün yüzleşiyoruz. Mücadelemizi pembeye, mora boyalı ürünler satarak sermayeyi büyütme aracı olarak görmek isteyen sistem, aynı zamanda faşist devlet mekanizmalarını kullanarak bizleri sistemden yok etmeye çalışıyor. Eril devlet heteronormatif kalıplara sığmayı reddeden herkesi en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacağı şekilde güncel siyasetini izliyor. Makbul kalıplara sığmayan ve varoluşları sistem için her gün tehdit oluşturan bizlerin ise barınma, eğitim görme, çalışma ve hatta yaşama hakları gasbediliyor. Trans+ların yaşamlarında izlenen yok etme politikası, bir işçilik olan seks işçiliğinin kriminalize edilmesine ve yaşamdan soyutlanmış, dışarıda tutulan bir biçime evriltiyor. Barınma hakkının gaspı, yaşamdan tecrit edilme gibi birçok temel hak yok sayılıyor. Seks işçiliğinin kriminalize edilmesi, seks işçisi trans+ların sömürüsünü katmerlendiriyor ve uğradıkları taciz, tecavüz ve cinsel şiddet biçimleri bu doğrultuda meşrulaştırılıyor. Çalışma alternatifleri ortadan kaldırılan ve seks işçiliği yapan trans+ların bütün sendikalaşma hamlelerinin üstü çizilerek, güvencesizleştiriliyor.

 İş yerlerinde tacize ve mobbinge karşı önlem almak yerine ‘’ödül’’lendirilen, sevgili ve flört şiddetinin ‘’şiddet biçimi’’ dahi sayılmadığı eril yargı kararları haberleri süslüyor; kadın+lar ve LGBTİQ+ların sömürülen emeğine, bedenine ve kimliğine karşı eril devlet ise yargı, polis, aile ve basın araçlarıyla nefret suçu işlemeye, kadın düşmanlığını pekiştirmeye, cinsiyetçi politikalarını artırarak sürdürmeye devam ediyor.

Nasıl ki bedenlerimiz, erilliğin toplumsal rolünün inşasında denetim sağlayabileceği bir araç haline getiriliyorsa hayvanların bedenleri de denetim aracı olarak kullanılıyor. Bugün patriyarkaya sırtını yaslayan Saray iktidarı, bizlerin varoluşunu yok saydığı gibi hayvanların da yaşam hakkı yok sayılıyor. Eril merkeziyetçi dünyada, kadın+ların birincil görevinin erkekliğe hizmet etmek olduğu anlayışı, hayvanların varoluş amacının insanlığa hizmet etmesi anlayışıyla karşılık buluyor. Bu nedenle hayvan sömürüsü, metalaştırılan bedenlerimizin sömürüsünden ayrı tutulmamalıdır.

Bizler ise iş yerinde patronun, pezevengin; okulda kayyumun, evdeki ‘’direğin’’, tacizci sevgililerin, Saraydaki tek adamın sistemin sürdürücü çarkları olduğunu bilerek çomak sokmaya kararlıyız. Üniversiteli kadınlar ve lubunlar olarak emeğimizi, bedenimizi, kimliğimizi sömüren sistemden alacaklıyız.

NEDEN KUİR FEMİNİZM?

Son dönemde feminist harekette giderek alevlenen ‘’tartışmalar’’ ekseninde üniversiteli kadın+lar ve lgbtiq+lar tarafından feminist hareketin güncel politikalarına dair yeni bir tartışma zemini açmanın gerekliliğinin farkındayız…

Heteronormatif, patriyarkal sistem tüm baskı araçlarıyla kadın+lar ve lgbtiq+lar üzerindeki saldırılarını artırarak kendini yeniden üretirken bu sisteme karşı sömürüsüz, cinsiyetsiz, eşit, özgür, feminist bir dünya tahayyül eden yeni bir politik öznenin inşası gerekli mi? sorusunu cevaplandırmaya çalışacağımız bir yola çıkıyoruz.

Üniversitelerdeki tüm kadın ve lgbtiq+ örgütlenmelerinin kamusal alandan yok edilme çabasıyla ‘’makbul’’ bir öğrencilik süreci yaratmaya çalışan, sistem için tehdit olmamak kaydı ile ‘’muhalefet’’ etme olanağı sunulan bir kimlik inşasını adım adım ilerleten siyasal iktidar İstanbul Sözleşmesi’nden çekilerek kadın cinayetleriyle sorunu olmadığını belli ediyor, onur yürüyüşlerini yasaklıyor, trans+ cinayetlerinin faillerini aklıyor.

lgbtiq+fobi ve kadın+ düşmanlığını adeta ‘’reklam yüzü’’ haline getiren siyasal iktidara karşı üniversitelerdeki feminist hareketin en kapsayıcı haliyle sözünü üretmesi bugünün en temel ihtiyacı olarak önümüzde duruyor.

Yaşamlarımızın gerçekliğinden biliyoruz ki kadın+ların ve lgbtiq+’ların ezilmişliği aynı yerden; heteronormatif, patriyarkal kapitalist devletten gelmektedir. Üstte örneklerle açıklamaya çalıştığımız bizleri ‘’ikili cinsiyet’’ kalıplarına sıkıştıran ve bu yolla bizleri yaşamdan tecrit eden sistem oluşturduğu şiddet sarmalıyla doğrudan yine bizleri hedef alıyor. lgbtiq+’ların varoluşları üzerinde şiddetin bu denli görünür olduğu bir dönemden geçerken lgbtiq+’ların heteronormatif patriyarkaya karşı mücadelenin doğal öznesi olduğunu kabul ediyor, aileden başlayıp kampüslerden sokaklara yayılan heteropatriyarkal şiddet sarmalına karşı mücadele ederken bütün lgbtiq+’ların da feminist mücadele içerisinde varolmasının zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Bu tespitten hareketle kadın+larla birlikte lgbtiq+’ların heteropatriarkayla mücadelesinin hattını kuir feminizmle çiziyoruz. Üniversiteli kadın+lar ve lgbtiq+’lar olarak bizler; cüretimizi tüm baskılara, yasaklara, şiddet araçlarına rağmen yaşamda ısrarcı olan kadın+lar ve lubunyalardan alıyor ve cinsiyet baskısının olmadığı, cinsiyetsiz, şiddetsiz, sömürüsüz, fobisiz bir kuir feminist dünya tahayyülü için yola çıkıyoruz.

Akademik çerçeveler ile sınırlı tutulan, öznelerden kopuk kuir teori tartışmalarını sokağın ve kampüsün ritmi ile harmanlıyor gündelik hayatta maruz kaldığımız tüm ezilmişlik biçimlerini teorinin ittirici gücünü kullanarak yaşamlarımız ile harlıyoruz. Bugüne kadar  mücadeleyi bu biçimiyle büyüten tüm yapılanmalara selam gönderiyoruz.

Muktedirler yaşamlarımıza kast ediyor; bizleri hayattan koparmak istiyor. Üniversiteli kuir feministler olarak haykırıyoruz: Bizler; sömürünün, tahakkümün ve kapitalizmin hakim olduğu bu sisteme varoluşlarımızın entegre edilmesini kabul etmiyor, faşist baskı araçlarıyla bizleri yaşamdan koparmak isteyen bu sisteme başkaldırmayı yön ediniyoruz Buradayız, hiçbir yere gitmiyoruz. Biz kalacağız, kadın+ düşmanı, fobik iktidarınız yıkılacak! Kampüste, sokakta, her yerde; alıkmaya, varolmaya devam edeceğiz.

Üniversitelerden sokağa bir davetimiz var: Yolumuz uzun, katedilecek çok mesafemiz var!